Gorgoda Nedir? Kimdir?

İslamiyet Öncesi Sosyal ve Ekonomik Hayat

Arapların bedevi ve hadari olmak üzere iki farklı yaşam tarzı vardı. Kısıtlı tabiat koşulları altında yaşayan bedeviler; şiddete yatkın, kaba, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı ve değişime kapalıydılar. Çöl şartlarında yokluk, yoksulluk içinde büyük bir hayat mücadelesi verirlerdi. Hayat şartları onları iyi bir savaşçı yapmıştı. Kabile bağları çok güçlüydü. Yaşam koşulları birlikte hareket etmeyi gerekli kıldığından […]

Arapların bedevi ve hadari olmak üzere iki farklı yaşam tarzı vardı. Kısıtlı tabiat koşulları altında yaşayan bedeviler; şiddete yatkın, kaba, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı ve değişime kapalıydılar. Çöl şartlarında yokluk, yoksulluk içinde büyük bir hayat mücadelesi verirlerdi. Hayat şartları onları iyi bir savaşçı yapmıştı. Kabile bağları çok güçlüydü. Yaşam koşulları birlikte hareket etmeyi gerekli kıldığından kabileden birine yapılan bir kötülük, tüm kabileye yapılmış kabul edilirdi.

İslamiyet öncesi ekonomik ve sosyal hayat
İslamiyet öncesi ekonomik ve sosyal hayat

Mekke, Medine ve Taif gibi şehirlerde yaşayan hadariler, bedevilere göre daha fazla imkâna sahiplerdi. Hadariler arasında da kabile dayanışması, asabiyet ve himaye geleneği canlıydı. Arap Yarımadası hem dinî hem ticari bir merkez olma özelliğine sahipti. İnsanlar geçimini ziraat, hayvancılık, zanaat ve ticaret ile sağlardı. Bugünkü ticaret fuarlarının işlevini gören panayırlar da bölgeye ekonomik hareketlilik getirirdi.

Arap toplumu hür, esir ve mevali olmak üzere üç sosyal sınıfa ayrılmıştı. Mekke’de şehrin kurucusu Kusay’ın soyundan gelenler, asilzade kabul edilirlerdi. Köle ve cariyelerden oluşan esirler, eşya gibi alınıp satılır, miras yoluyla el değiştirir ya da hediye edilirdi. Mevali denilen azatlı köle ve cariyeler ise köle gibi alınıp satılmasalar da hürlerle aynı haklara sahip değillerdi.

İslam’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerin hayatında kabilecilik çok etkin bir rol oynardı. İnsanlar kendi kimliğinden çok kabile kimliği ile yaşardı. Kabilecilik anlayışı nedeniyle bir kişinin işlediği suçtan bütün kabilesi sorumlu olurdu. Saldırıya uğrayanın intikamını da bütün kabile üyeleri almak zorundaydı. Kan davaları, toplumun en önemli sosyal sorunuydu. Kişinin düşüncesinden ziyade gelenekler önemsendiği için yaygın olan tutum ataların yolunu takip etmekti. Geçim sıkıntısı ve yaşam şartlarının zorluğu sebebiyle kabileler arası ilişkiler düşmanlık üzerine kurulmuştu.

Cahiliye, İslam’dan önceki dönemi tanımlamak için kullanılan bir kavram olsa da aynı zamanda bir zihniyeti de ifade etmektedir. Kişinin mensubu olduğu kabilesini ya da soyunu üstün görürken başkalarını küçük ve hakir görmesi cahiliye zihniyetinin en belirgin özelliğidir. Allah Resulü(s.a.v.) bu konuda sahabileri uyarır, bu zihniyetten ve davranışlardan onları sakındırırdı. Bir gün Bilâl-i Habeşî ile tartışan Ebu Zer el-Gıfârî, onu siyahi olmasından dolayı ayıplamıştı. Olay, Peygamber Efendimize intikal edince Ebu Zer el-Gıfârî’yi “Onu annesinin renginden dolayı mı ayıpladın? Sen (hâlâ) cahiliye ahlakı taşıyan bir kimsesin!” buyurarak uyarmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Kim ne dedi?

    1. Cok bilgi almis oldum cok Tesekurllar

    En son eklenen yazılar

    Gorgoda © 2024